F Tipi Filmi

FİLMİ İZLEMEK İÇİN RESME TIKLAMANIZ YETMEKTEDİR …

İYİ SEYİRLER..

MADIMAK CARİNA’NIN GÜNLÜĞÜ İZLE

Filmi İzlemek için Resmin üzerine TIKLAYINIZ !10359_582_enbuyuk

KÖY ENSTİTÜLERİ NEDEN KAPATILDI?

Sorunun yanıtını Kinyas Kartal veriyor;

İşte Kinyas KARTAL ile yapılan bir röpötajda söyledikleri;

– Sayın Kartal, Köy Enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?

-Hayır. Beni babam Moskova Üniversitesi’nde okuttu. Komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy Enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.

– Peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?

– Hayır. Bu da değil. Bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.

– Peki ya neden?

– Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı.
Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi. Bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim, onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak.

Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman)

Dedik ki, Köy Enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok!

Kürt Sorunu ve Bilimsel Sosyalist Politika – Behice Boran

“Son yıllarda bu tartışmalarda dikkati çeken bir nokta, (Türkiye’nin) doğu bölgesinin sömürge olup olmadığı sorununun ortaya atılmış ve bazı çevrelerce de kabul görmüş olmasıdır.
İlk bakışta (Türkiye’nin) Doğu(sun)nun sömürge olup olmadığı bilimsel bir sorun gibi görünür.
Oysa sorunu ortaya atanların maksadı bilimsel bir araştırma ve tesbit yapmak değildir; maksat politiktir.
(Türkiye’nin) Doğu(sun)nun sömürge olması iddiasının ardında Kürt sorununa Türkiye’nin bütününün sorunlarından ayrı, kendi başına çözüm bulunabileceği ve bulunması gerektiği görüşü vardır; bu görüşe gerekçe ve dayanak olarak sömürge savı ileri sürülmektedir.
Ben burada bu sömürge tartışmasına girmeyeceğim, yalnızca sömürge olmadığı konusunda görüşümüzün kesin olduğunu belirtmekle yetineceğim.
Sömürülüyor olmak başka şeydir, sömürge olmak başka şeydir. Asıl üzerinde durmak istediğim konu, (Kürt) sorununun Türkiye’nin bütününden koparılmak istenmesi ve kendi başına, ayrı çözüm yollarının aranması çabalarıdır.
(Kürt) sorunu Türkiye sorunundan koparılamaz ve kendi başına, ayrı çözüme kavuşturulamaz. Türkiye’nin Doğusu, Batısıyla ve parçalar halinde değil, bir bütün olarak, emperyalizme bağımlı geri bir kapitalist ülkedir. Bir bütün olarak emperyalizmin ekonomik sömürüsü, politik, askeri ve kültürel nüfuz ve baskısı alındadır. Temel olgu budur ve sorun bu çelişkinin giderilmesi, bağımlı, geri kapitalist durumdan çıkılmasıdır.
Türkiye’nin tüm sorunları- Kürt sorunu dahil – bu temel olgu ışığında ve çerçeve içinde doğru değerlendirilip doğru teşhis edilebilir ve geçerli çözüm yolları saptanabilir.
Emperyalizme bağımlılığı bir yana bıralıp Türkiye’nin kendi içinde ikincil sömürü kademeleri saptayarak bunları temel olgu ve çerçeveden kopuk, kendi başlarına ele almak ve çözüm aramak çıkar yol değildir.

Kürt sorunu bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm doğrultusunda örgütlü birleşik mücadele verilmesiyle ve sosyalizm çerçevesinde her yönüyle çözüme kavuşacaktır.
Yerel çelişkiler, Türkiye’nin bütününün emperyalizmle olan çelişkisinin iç sınıfsal temel çelişkiyle birlikte çözülmesi sonucu, çözülme olanaklanna kavuşacaktır.
Sermayeyle emek arasındaki temel çelişki çözülmeden ve çözülme yolu açılmadan sömürü ve ona ilişkin baskı ve şiddet ortadan kalkmaz veya kalkma yoluna girmez.
“Sosyalizmin gerçekleşmesini veya o yönde gelişmelerin olmasını beklemek uzun iş demek bir fayda vermez. Doğada olduğu gibi toplumda da nesnel gelişme yasaları vardır. İradi hareketler, müdahaleler isabetli ise bu nesnel gelişmeleri hızlandırır, değilse aksatır, ama sürecin temel seyrini değiştiremez. İrademiz dışındaki zorunlukları kabul ve ona göre hareket tarzımızı düzenleme durumundayızdır. Bu açıdan, uzun yol, kestirme yol diye bir ayrım geçerli değildir. Çıkar yol, geçit veren yol, ya da çıkmaz yol, geçit vermez yol vardır. Çıkar yol, hedefe götüren yol aynı zamanda mümkün olan en kısa yoldur. Kısa, kestirme yol yoktur ama kestirmeden gideceğim diye maceracı yollara sapma tehlikesi vardır. Bu tür sapmaların cezasını acı sonuçlarını bütün hareket çeker, kurtarmak için yola çıktıkları kitlelerin kendisi çeker.

25·3·1978 Diyarbakır

68 kuşağı bu özellikleriyle neden anlatılmaz?

10550871_832818490087081_8544773823497483798_n

Fotoğraftaki insan Sinan Cemgil..
Yaralı yakalandıktan sonra bu hale getirildi
(Vücudundaki noktalar kurşun izi)

Tam bağımsızlık için “Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenleyip Samsun’dan Ankara’ya yürüdüler. Atatürk heykelleri tahrip edilmesin diye geceler boyu nöbet tuttular.Pancar, tütün, fındık, haşhaş mitingleri yaptılar.

Mahkemedeki savunmaları sırasında, Mevlana resmi çizip altına “Ben İnsanım” yazıp, hakime gönderecek kadar bu ülke değerlerine inanan bir kuşaktı.
Evet, 68 kuşağı yazmakla bitmeyecek bir destandır..

Arkadaşım dert yandı:
“Oğluma yatarken hikaye yerine bazı biyografiler anlatıyorum. Picasso, Maradona, Beethoven, Che, John Lennon, Marilyn Monroe gibi.
Geçen hafta nereden duydu ise Fransız İhtilali’ni anlatmamı istedi?
Anlattım. Ama anlatırken korktum! Aklıma Adnan Cemgil ve oğlu Sinan geldi. Korktum.”

Adnan- Nazife Cemgil çifti öğretmendi. 1940’lar başında DTCF’deki üniversite mücadelesinin önde gelen aydınlarıydılar.
Adnan Cemgil işsiz kaldı; hapis yattı, sürgüne yollandı.
Oğulları Sinan Cemgil o zorlu yıllarda 1944’te doğdu.

Sinan Cemgil meraklıydı; babasına-annesine hep sorular sordu. Onlar da oğullarının anlayacağı bir dille anlattılar.
Nitelikli bir kültür ortamında yetişen Sinan çok başarılı öğrenci oldu. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca öğrendi. Arkadaşlarına Dante’den İtalyanca dizeler okurdu.
Ünlü Amerikalı artist Clark Gable’nin taklidini yapıp herkesi güldürecek kadar espriliydi.

ODTÜ Mimarlık’ta öğrenci iken devrimci mücadeleye katıldı. Teorik derinliğiyle öğrenci liderlerinden oldu.
ODTÜ’de “Hoca” deme adetini Sinan Cemgil başlattı. “Hoca” derlerdi arkadaşları bilgisinden ötürü

Köylüleri, toprak ağalarına karşı ayaklandırmak amacıyla gittiği Nurhak Dağları’nda Jandarma tarafından öldürüldü. Sırt çantasından 4 kitap, bir de kuru soğan çıktı. Yirmi yedi yaşındaydı.
Bir yaşındaki oğluna, 21 yaşında öldürülen arkadaşı Taylan Özgür’ün adını vermişti.

Oğlunun cesedini almaya giden anne Nazife Cemgil, tabut başındaki meraklı köylülere seslendi:

“Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar.”

Arkadaşım yakın tarihin bu acı olaylarını bilen biri. Oğlunun Sinan Cemgil’le aynı kaderi paylaşmasından korktu ve tarihsel gerçekleri anlatıp anlatmama kararsızlığına düştü.
Ona Edip Cansever’in şirini okudum:
“Utancı bilerek yaşamak korkunç/ Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak…”

Size 68’lileri anlatmalıyım:
Mahir Çayan’ın şair olduğunu bilir misiniz; “Güneşi batmayan bir ada/Ben ne şuralıyım, ne buralıyım/Adalıyım… Adalıyım.”
Eşi Gülten Çayan atletti; 400 metrede milli takım seviyesinde bir koşucuydu. Yakın arkadaşı erkekler 400 metre koşan atlet ise bugünün tanınmış gazetecisi Osman Saffet Arolat’tı.

Hüseyin Cevahir edebiyat eleştirmenliğine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başladı. Şiir de yazdı. Tunceli Alevi Dedesi torunu Hüseyin Cevahir, Rolling Stones dinlemeyi de çok severdi. SBF’nin en çalışkan öğrencisiydi; “devrimci başarılı olmalıdır” diyordu hep arkadaşlarına. Dürbünlü silahla hedef alınarak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı.

İstanbul Hukuk’un efsanevi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, derslerinden hep tam not alan Cihan Alptekin’i yakından tanımak için evine davet etti. “Laz uşağı” Cihan yaşasaydı belki önemli anayasa profesörlerinden biri olacaktı. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı.

Tunceli’de yakalanıp işkenceyle öldürülen İbrahim Kaypakkaya’nın elinden; Varlık, Papirüs, Soyut, Türk Dili gibi edebiyat dergileri düşmezdi. Türk dilinin yapısını, sözcük hazinesini, şiirdeki gücünü ve müzikalitesini araştıran şair Kaypakkaya öldürüldüğünde sadece 24 yaşındaydı.

Futbolu severlerdi kuşkusuz…
Devrimci Öğrenciler Birliği’nin tümü Beşiktaşlı’ydı. Çarşı’nın devrimciliği nereden geliyor sanıyorsunuz?

68’lilerden futbol takımı kurulsa Deniz Gezmiş ilk 11’e mutlaka alınırdı.
Deniz’in ayrılmaz parçası Cihan Alptekin de…
Mahir Çayan ise kesin teknik direktör; çok sevdiği futboldan iki bacağına takılan platin çubukları nedeniyle erkenden koptu.
Deniz Gezmiş sahada kesin hakemi kandırmaya çalışırdı. Onun mizahçı yönü bilenmeden Deniz Gezmiş portresi yazılabilir mi? Beyaz at üstünde ODTÜ yurdunda kız arkadaşına serenat yapan bir romantikti o. İdam edildiğinde henüz 25 yaşındaydı.
Aşkı da yaşadılar doyasıya…

Sevgilisini son bir kez daha görmek için saklandığı evden çıkan ODTÜ’lü Koray Doğan, sırtından yediği polis kurşunuyla sevgilisinin evinin önünde can verdi.
O da 25 yaşındaydı.
O kuşak 1 kişiyi bile öldürmedi; ama tam 43 can verdiler.

Oysa…
Okul koridorlarında gazoz kapağıyla futbol oynayan bir kuşaktı onlar.
Sanmayın ki fasulyesine poker ya da blöflü pişti oynamadılar?
Sanmayın ki kolalı votka içmediler? Ya da rakı?
Emel Sayın konserine gitmediklerini mi düşünüyorsunuz?
Muhammed Ali, Joe Frazier’e yenildiğinde üzülmediklerini mi sanıyorsunuz?

Ya da hiç küfür etmediklerini mi? En güzelini de bir ağız dolusuyla Deniz Gezmiş ederdi. Ve yine Deniz Gezmiş her fırsatta en sevdiği türküyü söylemez miydi: “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu da geçer ağlama/ Göklere erişti feryadım ahım/Bu da gelir bu da geçer ağlama…”

Delikanlıydılar. İdealisttiler. Devrimciydiler.
Bozulmamış saf bir kuşaktı onlar.
Kızıldere’de katledilen Kazım Özüdoğru gibi, “halka inmeyi” ayakkabı boyacılığı yapmak sanıyorlardı.

İşten atılan Çorumlu belediye işçileri için yürüdüler.
Kürtler için de yürüdüler; Kürtçe slogan atıp, Kürtçe şiirler okudular. Varto Depremi nedeniyle kan bağışı kampanyası düzenlediler. Azgın Zap Suyu’na köprü inşa ettiler.

68’li kızlar da vardı bu eylemlerde; hem de mini etekleriyle.
Hippiler yok muydu? “Özel okullara hayır” yürüyüşünde, uzun saçlı genç üniversiteli, sarışın kız arkadaşıyla hem sarmaş dolaş yürüyor hem de slogan atıyordu.
Hayalleri vardı; dillerinde ise John Lennon’un “Imagine” şarkısı…

Resimden, edebiyattan gelmişlerdi.
Ellerinden kitap düşmedi hiç. Nice yazarlar çıkarmaları boşuna değil. ODTÜ İnşaat’tan “Balık Memet” yani yazar Mehmet Eroğlu’nu okumayanınız var mı?

Dans da ettiler: SBF yatılı öğrencilerinin Salı ve Cuma akşamları 18.45-20.00 arası dans partileri vardı.
Carmina Burana’nın Türkiye’deki ilk bale gösteriminde harikalar yaratan balet Aydın Erol unutulabilir mi? Ya da; onca işkenceye rağmen cezaevinin soğuk koğuşunda bale yapan 20 yaşındaki balerin kız Ayşe Emel Mestçi?

Anadolu türkülerini, Dadaloğlu’ndan Aşık Veysel’e şehre getiren 68’liler değil mi?
Tiyatro da yaptılar; Uluslararası Üniversite Tiyatroları Festivali’nde üçüncü oldular.
FKF ilk başkanı İzzet Polat Ararat’ın DTCF tiyatro bölümü öğrencisi olması tesadüf mü?

ODTÜ Sosyalist Kültür Kulübü üyeleri Ali Artun ve Yılmaz Aysan’ın bugünün tanınmış sanat galerisi Nev’in sahipleri olması, o dönem birikiminin ürünü değil mi?

Dağcılık kulüplerini üniversitelerde ilk kimler kurdu sanıyorsunuz? Türkiye’de bu sporun gelişiminde 68’li Fikret Gürbüz, Tuncer Gürdil, Uçmaz Sungur, Sönmez Targan ve nicelerinin katkıları unutulabilir mi?
Ardı ardına şampiyon olan efsanevi İTÜ basketbol takımının temelini TMTF İkinci Başkanı Cavit Savcı atmadı mı?

Maratoncu Mehmet Yurdadön ülkeye madalyalar kazandırmadı mı?
ODTÜ’lü Ömer Gürcan cezaevine sokulmasaydı, idam edilen babası Fethi Gürcan gibi ülkemizi binicilikte birincilik kürsüsüne çıkarır mıydı?

Bugün judo ve karate de madalya alanlar, bu sporun gelişmesinde büyük emeği olan Murat Özdabak’ı anımsar mı? Peki ya boksörler milli sporcu Taşkın Konuralp’in adını duymuş mudur?

ODTÜ Motor Kulübü’nün kurucularından Tayfur Cinemre motosikletiyle kimleri taşımadı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin…

Fenerbahçe takımında yelken yapan Taner Türkantöz Mahir Çayan’ın en yakın yoldaşıydı.
Hangisini yazayım?
68 kuşağı bu özellikleriyle neden anlatılmaz?
Oysa…


Toplumsal bir gelecek hayali kuranlar bu mirası her yönüyle bilmelidir.

Uğur Mumcu ‘yu Ölüme Götüren Son Yazısı!

UĞUR MUMCU’NUN KALEMİNDEN: “MOSSAD ve BARZANİ”
*****************************************************************************************
Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir.
MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?
Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi.
Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor.
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.
MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor.
Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü‘nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.
Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.
* * *
Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.
1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.
Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.
MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.
Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç:
Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329)
Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)
* * *
70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?
Kitaba göre sürüyor.
“Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sh.521)
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.
MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.
Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor.
Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek…
Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek…
İlgi belli…
İlişki de belli…
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?


Uğur MUMCU
Cumhuriyet, 7 Ocak 1993

Mahir Çayan’ın şiirleri yayınlandı..

“Hindistan’ın Kalküta şehrinde / Benerci kendini vurdu / Türkiye’nin İstanbul’unda / Hüseyin’i vurdular” Bu dizeler Mahir Çayan’a ait. Bir devrimcinin, sözünü silah eylediği dizeleri tam 34 yıl sonra okurlarıyla buluştu.

 

“Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa,
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya
Güneşi göremeyenler diyarı…”

Türkiye devrimci hareketinin önemli isimlerinden biri olan THKP-C Lideri Mahir Çayan’ın sadece 1977 yılında Kurtuluş dergisinde yayınlanan şiirleri, 34 yıl sonra yeniden yayınlandı.

Sözünün arkasında eylemiyle duran bir devrimcinin, sözünü silah ve eylem haline getirdiği bu dizeler, Kurtuluş Dergisi’nin Mart 1977 tarihli 10. sayısında yayınlandı. Daha sonra da başka bir yerde yayınlanmadı. Mahir Çayan’ın bir yoldaşının ANF’ye ulaştırmasıyla tekrar ortaya çıkan bu dizelerde, bir devrimcinin umudu, özlemi ve kavgası var.
BU ADAM KURŞUNLARIN DEĞİL, KAHREDİCİ OKLARIN HEDEFİ

‘Vedat, Taylan, Battal, Mehmet, Necmi
Devrim için öldüler…’

Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi
Kendi sırasının yakın olduğunu bilen birisi
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahcupça.
Ve sırası geldi, sırasını bekleyen o neferin
Ama öyle mi gelecekti sırası?
Oysa neler kurmuştu neler…
Erkekçe vurulacaktı kalbinden
“Yaşasın THKP” olacaktı son sözü
Bu fırsat geçti eline
Ama kahpe kader o kadarını bile çok gördü.
Olmadı olmadı…
O diye yoldaşını delik deşik ettiler.
Kahpenin kurşunu
Ceketini, pantolonunu delik deşik etti
Ama kalbini delemedi.
Ve o kendisini vurdu.
Talih ne gezer bu adamda,
Tetiğini kaldırmayı unuttu, unutmaz olasıca.
Tabancası sarsıldı, kurşun hedefinin altına girdi.
O cezasını çekiyordu, ezeli derdi unutkanlığının ve solaklığının.

Oligarşinin hastahanesi, mapushanesi…
Karanın siyahın her tonu…
Paspal kurbağa Ganzales
Ve ünlü kement atıcı şefkat Kakomço.
Oportünizm atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Bölücü, kariyerist, pasifist” diye.
Oligarşinin gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Teslim oldu” diye.
Vuruştu, yine teslim oldu denildi, konuşmadı.
İşkence altındaki arkadaşının bölük pörçük ifadelerini topladılar, tek bir ifade yaptılar.
Ve konuştu diye ilan etti paspal kurbağa Gonzales.
Bu adamın kaderi bu.
Bu adam kurşunların değil kahredici okların hedefi.
Açık vermişti bir kere
Neden korktuğunu hissettirmişti düşmana.
Anlamıştı düşman,
‘Bu adam işkenceden, kurşundan değil,
Zehirli oktan korkar.’

Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta:
“Düşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız.”
Varsın bütün oklar üstüne yağsın.
Devrimcilerin gözleri kör kulağı sağır değil.
Biliyorum seni bu oklar yaralıyor.
Bak ne diyor usta:
“Unutma ki devrim şehidi sadece kurşunla olmaz,
Şefkat Kakamço’nun kementleri de şehit eder adamı.”

– 2 –

Hindistan’ın Kalküta şehrinde
Benerci kendini vurdu.
Türkiye’nin İstanbul’unda,
Hüseyin’i vurdular.
Perde değişiyor.
İzmir kordon boyu
Hasan Tahsin’i vurdular.
Bolivya’da Guevara kanlar içinde
Pera da param parça.
Çho to Vietnam’da kıvranıyor.
Of bacım off
Bitsin artık bu kıyım.
Orfe güneşi çağırıyor ve THKC
1971 ilkbaharında eyleme geçiyor.

Burası Sao Paulo
Karanlığın, loşluğun, ezikliğin diyarı.
Orfe karanlıklar tepesine oturmuş,
Gitarı ile güneşi çağırıyor.
Güneş tutulmuş…
Her taraf simsiyah…
Orfe gitarı ile güneşi çağırıyor.
Yalnız Orfe, garip Orfe, yiğit Orfe.
Sao Paulo tepelerinde doğacak güneşi Orfe göremeyecek,
Biliyor bunu Orfe, yine de güneşi çağırıyor.
Karanlığın yedi başlı ejderi,
Orfe’yi parçalıyor.
Orfe artık güneşte…
Güneş tutulması sona eriyor.
Sao Paulo halkı samba yapıyor güneşin altında.
Orfe rahat, mutlu ve kıvançlı güneşten gitarı ile tempo tutuyor
Aydınlığı kutlayan Sau Paulo halkının sambasında.

 

HÜCREM VE SİVRİSİNEKLER

Tarihi Selimiye kışlasının bir odası ve kışlanın bir odası,
Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa.
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar.
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya.
Güneşi göremeyenler diyarı,
Tutsaklığın kapısının demir parmaklıkları önünde
Mehmed’i yükseltmişler bacım mehmedi.
Nöbet değişiyor, şimdi kapının önünde bir siyahi var.
Mozambikli galiba.
Yanında iki nöbetçi daha var.
Endonazyalı bir emekçi oğlu emekçi biri,
Öteki de Mozambikli yedi göbek köle çocuğu…
İşte hayatın diyalektiği.
Saat 23.00 hücremde sivri sinekler,
Oligarşinin türküsünü söylüyorlar hep bir ağızdan,
Ve bir adam avazı çıktığı kadar başlıyor bağırmaya.
Sesler yükseliyor.
Ve bir koro, hep bir ağızdan özgürlüğün marşını söylüyor.
Sineklerin vızıltısı duyulmuyor atık.
Genç adam hayretle etrafına bakıyor.
Yanında Hasan Tahsin, Hüseyin, Sinan, Alp ve daha niceleri…
Bu hücre kalabalık bacım, kalabalık.
Asya’nın, Afrika’nın, Amerika’nın devrimcileri,
Ve bütün mazlum uluslar bu hücrede.
Marş bitiyor, hava yine ağırlaşıyor.
Sinirler bozuk, herkes sıkıntılı.
Sivrisinekler oligarşinin türküsünü çığırmaya tekrar başlıyorlar.
Hüseyin, Sinan, Alp, Che, Pera’da ve Benerci’nin dudaklarında sıkıntılı ve acı bir tebessüm…
Emekçiler üzgün, kölelerin boynu bükük.
Sivrisinekler memnun ve neşeli…
Bekliyoruz, ne zaman kesilecek bu vızıltı?
Bekliyoruz, sıkıntılı, sinirli ve mutlu.
Bir bekleyiş bu…
Hepimiz biliyoruz ki repertuarları bitiyor sivrisineklerin.
HÜCREDEKİ ADALININ DÜNYASI

– I –

Taş duvar, demir karyola ve yerde sayısız izmaritler
Halının pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyin
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkânsız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı, arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor
“Askerlik ağam n’aparsın” diyor.
Aslında o da tutsak
Ben hücremde, o hücrenin önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakıyor içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
“Çılgın adam, 3 – 5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar.”
Ama yine de “çılgın adamın” karşısında
Bir eziklik, burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmi dört saat yanar.
Bir nefes, bir duman yoldaşım
Cıgaramı her çekişimde duman olur
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere adama giderim,
Cıgaramın dumanı, beni memleketime; adama götürür.
Kahpe İstanbul’un kahpe bir bölgesinde
Bir evdeyim, yoldaşımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık – dostluk – kardeşlik – mertlik – kıvanç ve sevgi evidir.
Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki…

***

Ev değil, ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, âdiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
Karanlık denizin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım ne buralı,
Adalıyım adalı,
Adam ormanlıktır. Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün adamı kaplar.
Erdemin güneşi yirmi dört saat aydınlatır adamı, biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben adalıyım ey kahpe hücre adalı.
Doğru ya sen nereden bileceksin adamı asırlık, feodal – militarist hücre.
Ya, sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset kurbağa, hilkat garibesi?
“Dünya karanlıktır. Güneşi batmayan böylesi bir ada yeryüzünde yoktur.”
Değil mi karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
“Değil şiirlerde, masallarda bile böylesi bir ada yoktur. Böylesi bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.”
Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırı.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler…
Yarının Türkiye’sinin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler…
Adam kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra’da, Falcon’da, Vietnam’da, Mozambik’te, Angola’da, Sina çöllerinde…
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler
Zülme, kahpeliğe, sömürüye karşı
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlarından aldıkları fideleri, birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına.
Kel dünya, adamın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni
Seni yerle bir edecek adalıları iyi tanı.
Adam ve hemşerilerinin çocukları ne halde diye dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı.
Evet, adamı karanlığın suları bastı
Evet, benim gibi pek çok adalı bu çirkin suların altında,
Ama boşuna sevinme, adam batmaz, yok olmaz
Adam, sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi, hepsi o kadar.

– II –

Cıgaram elimi yakıyor.
Maltepe’de etrafı karanlığın cüceleriyle çevrilmiş marş söyleyen iki adalı.
İki adalının marş söyleyişinde silâhlar susar.
Maltepe’nin göbeğini derin bir sessizlik kaplar.
Dalga, dalga yayılır, ada’lıların erkek sesi, etrafa.
O anda iki adalının gözünde her şey silinir,
Karanlığın militanları küçülür…
Sanki biraz önce atılanlar tomson kurşunu değil, parmak cücelerinin minik okları.
O an ne binlerce güvenlik kuvveti, ne polis, ne zırhlı tugay, ne tomson, ne mitralyöz.
Her şey önemsiz, küçük ve etkisizdir. İki adalı için.
Adalıların korosu karanlık cücelerinde bir panik yaratır.
Yüzlerinde, ezikliğin, şaşkınlığın biraz da utancı izleri okunur.
Sanki ilahi bir kuvvet onların ellerini, kollarını bağlamıştır. Ta ki iki adalının marşı bitene kadar.
Adalılar sol yumrukları havada, pencerenin önünde boy hedefi oldukları halde ateş edemezler.
Garip bir andır bu an.
Bu an karanlık cücelerinin, insanlığa dönüş anıdır.
Cüceler konuşmazlar bile bu anı.
Büyülenmişlerdir iki adalının havaya kalkan sol yumrukları ile.
Ve kaybolup gitmişlerdir iki kişilik koronun nameleri arasında.
Koro susar, büyü bozulur, görevlerini hatırlar cüceler,
Eller tetiklere tarrrr………
Ve Cevahir’imi kalbime gömüp dönerim hain hücreme.

ADALI

 

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

BUNLARI BILİYOR MUYDUNUZ?
1- Atatürk’ün Tanrı’ya inandığını ama hiçbir dine inanmadığını,
2- Atatürk’ün de, Muhammed’in de cenaze namazının camide-mescitte kılınmadığını,
3- Atatürk’ün bir Mevlana hayranı olduğunu,
4- Papa 1.Leo’nun Büyük Türk imparatoru Attila önünde diz çöküp barış için yalvardığını,
5- Mısır’da 300 yıl egemen olan Memlük Devletini Arapların esiri olan Türk kölelerin isyan ederek kurduğunu, Yavuz tarafından yıkıldığını,
6- 16 milyon kişiyle soyu dünyada en çok devam eden insanın Cengiz Han olduğunu,
7- Osmanlı İmparatorluğunda padişah analarının tamamına yakınının Türk olmadığını,
8- Osmanlı padişahlarının hiç birinin Hacca gitmediğini,
9- Fethullah Gülen’in ve Said Nursi’nin hiç evlenmediğini ve hiç sakal bırakmadığını,
10- Said Nursi’nin ilk adının Said Kürdi olduğunu, soyadının Okur olduğunu, (Said Okur)
11- Said Nursi’nin Abdülhamit tarafından tımarhaneye atıldığını,
12- Said Nursi’nin hacca ve cuma namazlarına gitmediğini,
13- Muhammed’in annesinin, babasının, amcasının tek tanrıya inanmadığını, Kur’an’a göre kafir sayıldığını ve ebedi cehennemliklerden olduğunu,
14- Türklerin tarihte en büyük vahşet ve katliamı Araplardan gördüğünü,
Emevi Arapların Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmak için 70 yıl boyunca savaştığını,
100.000’in üzerinde Türk’ün kesilerek ağaçlara asıldığını, onbinlerce kız çocuğun cariye, erkek çocuğun köle yapıldığını,
15- İbrahim peygamberin Hintlerin kutsalı Brahman olduğuna dair güçlü ipuçları olduğunu,
16- Tevrat’ta İbrahim’in kurban etmek istediği evladının İshak olduğunu,
17- Tevrat’ta İsmail’in, Davud’un, Süleyman’ın, Lut’un peygamber olarak geçmediğini,
18- İbrahim’in babasının adının Tevrat’ta Tarah iken, Kur’an’da Azer olarak geçtiğini,
19- Namaz, oruç, abdest, hac, zekat, kurban, sünnet, cennet, cehennem, ahiret, Sırat köprüsü, cin, şeytan vb. inanışların İslam’dan önce de varolan putperest adet ve ibadetleri olduğunu,
20- Allah isminin putperestlerin inandığı en büyük tanrı olan El-İlah’tan geldiğini,
21- Uhud savaşında Hamza’nın ciğerini söküp çiğneyen Hind’in halife Muaviye’nin annesi olduğunu,
22- Muhammed’in 52 yaşındayken 6 yaşındaki Ayşe ile evlendiğini, Ayşe’nin 9 yaşında iken sokakta oyun oynarken alınıp peygamberle gerdeğe sokulduğunu,
23- Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in eşi Zeynep’ten hoşlandığını, Zeyd’den boşanan Zeynep’i de eşleri arasına kattığını,
24- Muhammed’in cariyeleriyle birlikte eş sayısının tam olarak bilinemediği ama aynı anda 9 kadınla evli olduğunu,
25- Tebbet suresinde beddua edilen Ebu leheb’in asıl adının Abdüluzza olduğunu ve Muhammed’in hem amcası hem de 2 kızının kayınpederi yani dünürü olduğunu,
26- Her namazda okunan Salli ve Barik dualarıyla Allah’tan, yaşamadıkları halde peygamber ve ailesine salat etmesini ve İbrahim peygamber zenginliği vermesinin istendiğini,
27- Putperestlerin de İslam öncesi Hacda tavaf, Arafat’a çıkma, Safa ve Merve arasında 7 kez gidip-gelme, Hacerül Esved taşını öpme ve şeytan taşlama yaptığını,
28- Kur’an’da ezan, sünnet, Kabir azabı, Sırat köprüsü, Ramazan ve Kurban bayramı, teravih ve bayram namazı, mehdi ve deccalin yazılı olmadığını,
29- İnsanın çamurdan yaratılış hikayesinin ve tufan efsanesinin Eski uygarlıklarda Sümer, Mısır ve Roma yazıtlarında da geçtiğini,
30- Kur’an’da, güneşin kara bir balçığa battığı, yıldızların şeytanları taşlamak için ateş tanesi olduğu, Allah tutmasa gökteki yıldızların dünyaya düşeceği, meninin bel ve göğüs arasından geldiği, tatlı suda mercan yetiştiği vb. onlarca bilimdışı ayet olduğunu,
31- Fatih Sultan Mehmet’in yazdığı gazelde Hristiyan olduğunu açıkladığını,
32- Muhammed’in de, Fatih’in de cenazesinin iktidar kavgası nedeniyle 3 gün ortada kaldığını ve cesetlerinin kokuştuğunu,
33- Muhammed’in gençliğinde kan dökülmesi günah sayılan haram aylarda kabileler arası Ficar Savaşlarına katıldığını ve Berâ Mula’ib el- Esinne’yi yaralayarak kan döktüğünü,
34- Vahiy katiplerinden ikisinin “Ayetleri Muhammed uyduruyor” diyerek dinden döndüğünü,
35- İslam’ın dört halifesinden üçünün öldürüldüğünü,
36- Yezid döneminde Mekke ve Medine’ye saldırıldığını, Harra katliamında Medine’de onbine yakın müslümanın öldürüldüğünü, kadınlara tecavüz edildiğini, sahabenin kökünün kurutulduğunu,
37- Kabe’nin Emevi döneminde 2 kez saldırıya uğradığını, yakılıp yıkıldığını, yeniden yapıldığını,
38- Korunduğu söylenen Kabe’nin 929 yılında Karmatilerce basıldığını, tavaf edenlerin katledildiğini ve Hacerülesved taşının sökülüp götürüldüğünü, 22 yıl sonra iade edildiğini, Kabe’nin birçok kez sel ve yangın gibi afetlere maruz kaldığını,
39- Cuma gününün İslam öncesi dönemde Ka’b ibn Lu’ey tarafından haftalık ibadet günü seçildiğini ve buna Yevmu’l Arûba (Araplık günü ya da Açıklama günü) denildiğini,
40- Ahzap suresi 56. ayetinde Allah ve meleklerinin peygambere salat edip salavat getirdiğini yazdığını,
41- Nisa suresi 10-12. ayetlerindeki miras paylaşımı oran hesaplarında matematik hatası olduğunu, bu hatayı giderebilmek için Halife Ömer döneminde Avl hesabı denen bir yöntem uydurulduğunu,
42- Ahzap suresi 50. ayetinde peygambere kendisiyle birlikte göç eden amca kızları, hala kızları, teyze kızları, dayı kızlarının, kendisini hibe eden tüm kadınların, mehirini vermek suretiyle hoşlanıp da aldıklarının, savaşlarda ganimet olarak elde ettiği cariyelerin helal kılındığını,
43- Hac’da tekrarlanan;
“Lebbeyk! Allahümme lebbeyk!
Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk!
İnne’l-hamde ve’n-ni’mete!
leke ve’lmülke lâ şerike leke”
telbiyesinin putperestlerden kalma olduğunu, onların da;
Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek
dediğini,
44- Allah’ın selamı diye dayatılan “Selamünaleyküm” ün Yahudi selamı olduğunu, İbranice ” Şalomaleyhim” ( Shalom Aleihem ) olarak 2300 senedir kullanıldığını,
45- Muhammed ve 4 halifenin yaşamı hakkında İslam tarihi dışında hiçbir tarihi kanıt olmadığını, Muhammed’in mektupları ve kutsal emanetler diye sergilenenlerin sahte olduğunu,
46- Kutsal kitap olarak inanılan Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur’un hiçbirinin orijinalinin olmadığını,
47- Tahrif edildiği iddia edilen İncil ve Tevrat’ın Kur’an’da ve hadislerde tasdiklendiğini, Tahrifat iddalarının erken dönem müslümanlarına ait olmadığı, sonraki dönemlerde ortaya atıldığını,
48- Muhammed’i büyüten, bakan, onu putperestlerden koruyan, Mekke’nin en saygın insanlarından olan amcası ve Ali’nin babası Ebu Talip’in müslüman olmadığını, ölüm döşeğindeyken bile müslümanlık teklifini reddettiğini,
49- Sünnilerce fuhuştan farksız görülen ve hadisle neshedildiği öne sürülen; kısa süreli (saatlik, günlük, haftalık) evlilik olan mut’a nikahının Kur’an’da olduğunu ve günümüzde İran’da uygulandığını,
50- Şiilerce, zinanın cezası olarak uygulanan recmin (taşlayarak öldürme) Muhammed zamanında da uygulandığının ve Kur’an’da recm ayetinin olduğunun ama keçi tarafından ayetin yendiğinin iddia edildiğini,
51- Fransız İhtilalinden hemen sonra hükümetin yasa çıkararak isyan eden Vendee halkını kadın-çocuk demeden katlettiğini ve yaklaşık 117.000 kişinin öldürüldüğünü,
52- Osmanlı’da kardeş katlinde rekorun 3. Mehmet’te olduğunu ve tahta çıktığı gün 19 kardeşini boğdurttuğunu,
53- İstanbul’un fethi için “Hilal’in Haç’a zaferi” dendiğini, halbuki hilal’in Bizans’ın da simgesi olduğunu ve islam’dan önce bu simgeye sahip olduğunu,
54- Hilal simgesinin Sümerlere kadar dayandığını, İslam öncesi Türklerin de simgesi olduğunu, Göktürk sikkelerinde ay-yıldızın yer aldığını,
55- İstanbul’un fethinin sembollerinden Ulubatlı Hasan’ın uydurma olduğunu,
56- Gemilerin karadan yüzdürülerek Haliç’e sokulduğu efsanesinin hiçbir kanıtının olmadığını,
57- Osmanlı padişahları içinde içki içmeyen padişahın bilinmediğini,
58- Lozan antlaşmasından sonra mübadele sonucu Yunanistan’a gönderilen 193.000 Karaman’lı Hristiyanın hiç Rumca bilmediğini ve Türk olduğunu,
59- Yavuz Selim’in Şah ismail tehlikesinden dolayı görevlendirdiği Kürt lideri idris Bitlisi eliyle büyük bir Alevi Türkmen kıyımı yaparak Doğuyu sünnileştirdiği, İdris Bitlisi’nin Selimname adlı kitabında 40.000′den fazla Kızılbaşı katlettiklerini yazdığını,
60- Köleliğin 3 büyük dinde de meşru olduğunu, Tevrat, İncil ve Kur’an’da geçtiğini ama hiçbirinde kaldırılmasından söz edilmediğini.
61- Amin kelimesinin amonefis adli firavundan geldigini.
62-müslümanligin bir cok inanc ritüelinin sabiilerden araklandigini biliyor muydunuz?

Ertuğrul Kürkçü; Mahir Çayan’ın amaçlarını alet edildik.

THKP-C’yle ideolojik bağının olmadığını söyleyen ‘sosyalist’ Kürkçü’nün polis ifadeleri Dev-Genç davasının gerekçeli hükmünde şöyle geçer: ‘Mahir’in amaçlarına alet edildik’
Yazı dizimizin ilk bölümünde, halka “Dev-Genç önderi” diye mal edilmeye çalışılan Ertuğrul Kürkçü’nün, THKP-C’nin kuruluşunun zeminini oluşturan “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektubu”ndaki imzasına rağmen nasıl inkar ettiğini anlattık. Savcılık ifadeleriyle, “Bu fikirleri layıkı veçhile bilmiyordum” dediği mektuptan sonra Kürkçü, mahkemede de kurucularından olduğu THKP-C’yle ideolojik bir yakınlığı olmadığını söyler. Çayan ve arkadaşlarının yakalanmasıyla bölünme sürecine giren THKP-C’de teslimiyetçi eğilimler ortaya çıkar. Kürkçü’nün de teslimiyetçi ifadeleri gazetelere manşet olur.
ÇAYAN, PERİNÇEK’LE GÖRÜŞMEK İSTİYOR
Turhan Feyizoğlu, “Mahir”de şöyle yazmaktadır: “Bu dönemde (Mahir ve arkadaşlarının Maltepe Askeri Cezaevi’nden firarlarından sonra) Mahir’le görüşmek isteyen veya Mahir’in görüşmek istediği kişiler konusunda bazı bilgiler vardır. Bunlardan birisi Mihri Belli, diğeri Doğu Perinçek’tir.” (Mahir, s. 500)
Hülagü Bulguç bu konuda şunları anlatıyor: “Mahir, Maltepe’den kaçtıktan sonra Ankara’ya geldiğinde örgüt çok dağınıktı. (…) Doğu’ların Söke dağlarında olduğuna dair bilgiler vardı. Böyle bir tartışma ortamında Mahir, ‘Doğu ile bir görüşsek iyi olur, bulabilir miyiz, konuşabilir miyiz?’ dedi. ” (THKP-C Davası/İddianame, V Yayınları, Ankara, Mart 1988, s. 531)
‘İDEOLOJİK YAKINLIĞIM YOK!’
Ertuğrul Kürkçü, THKP-C davasının 4 Haziran 1973 günlü duruşmasında şöyle demektedir:“İçinde bulunduğum hareketin herhangi belirli bir anında ben yetkili sorumlu, kendi arasında görev bölüşümü yapmış bir karar organı ile ve icra organıyla karşılaşmadım… Aslında hiçbir şey yokken ortaya çıkartılmış bir THKP ve Mahir Çayan tarafından savcılıkta ve mahkemede verilmiş ifadeler vardı. Ben bu ifadeyi tekrarlayarak bir ifade verdim… Genel Komite olunca ve bir de Merkez Komitesi söz konusu olunca bunlara çeşitli görevler dağıtılması gerekiyordu. Bunları da o anda nasıl uygun geliyorsa o şekilde yaptım.” Kürkçü, daha sonra Ankara’da görülen Dev-Genç davasında Kızıldere’ye gidişini Çayan’a duyduğu “kişisel hayranlıkla” açıklamakta, o dönemde aslında ideolojik olarak THKP-C ile yakınlığının olmadığını söyleyecektir! (Ankara Dev-Genç Davası Duruşma Tutanakları, 24 Kasım 1972)
THKP-C BÖLÜNÜYOR
1971 Mayısında Çayan ve arkadaşlarının yakalanmasıyla, THKP-C’nin dışarda kalan liderleri büyük bir panik içine girmişlerdi. Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga, Çayan’a büyük bir öfke duymaya başlamışlardı. Çayan’ın yakalanmasından sonra Ertuğrul Kürkçü Merkez Komitesine alınmıştı. Küpeli ve Aktolga’nın Çayan’a yönelttikleri eleştiriler giderek sistemleşmiş, THKP-C Merkez Komitesinin bu iki üyesi yeni bir çizgi savunmaya başlamışlardı. Baskılar ve darbeler sonucu uğranılan yenilgi, THKP-C’nin içindeki teslimiyetçi eğilimleri ortaya çıkartıyordu.
Çayan ve arkadaşlarının imkanları azdı. Cezaevinden yeni kaçmışlar, kendilerine yer bulmakta bile zorluk çekiyorlardı. Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Orhan Savaşçı, Ziya Yılmaz ve Ertuğrul Kürkçü imzalı bir ihraç kararı Küpeli ve Aktolga’ya gönderildi. Kararda, Genel Komite çoğunluğunun Yusuf Küpeli, Münir Aktolga ve onların görüşünü benimseyen herkesin örgütten atılmasına karar verildiği yazılıydı. THKP-C tam anlamıyla ikiye bölünmüş oldu.
‘MAHİR’İN AMAÇLARINA ALET EDİLDİK’
Ertuğrul Kürkçü’nün 19 Nisan 1972 günü polise verdiği ifade, Dev- Genç davasının gerekçeli hükmünde şöyle özetleniyor:
“… düşündükçe her şeyin kendisine intikal ettirilmediğini, kendisinin dışında bir takım ilişkilerin kurulmuş olduğunu, esas faaliyetin Mahir Çayan, Orhan Savaşçı, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga ile Ziya Yılmaz tarafından yürütüldüğünü, tabiri caizse gerek kendisinin gerekse kendi şahsında Dev- Genç’in bu kişiler tarafından amaçlarına alet edildiklerini, bu şekilde hareketle daha doğru dürüst Marksist-Leninist bilgiye sahip olmayan genç arkadaşlarının heyecanını gerçek illegal amaç ve hareketlerini gizleyerek istismar ettiklerini, kandırdıklarını, bu bakımdan kendilerini suçlu saydığını beyan etmiştir.” (Dev- Genç Davası Gerekçeli Hükmü, s. 913)
“Sanık huzurda, gerek poliste vermiş olduğu ve gerekse İstanbul askeri savcılardan oluşan kurula ve Ankara Sıkıyönetim askeri savcısına vermiş olduğu hazırlık ifadelerini kabul etmiş, herhangi bir baskı veya etki altında kalmadan bu ifadeleri vermiş olduğunu beyan etmiştir.” (s. 924)
‘ANARŞİST, KUMARBAZ VE SORUMSUZ’
Yusuf Küpeli savcılık ifadesine, “Şimdi anlıyorum ki ben kendimi Marksist-Leninist zanneden Donkişot, anarşist, kumarbaz, sorumsuz, halkıma ve işçi sınıfına karşı bir kişiyim” diye yazdırıyordu. Teslimiyet ve yılgınlık hızla yayılıyordu. Ertuğrul Kürkçü de Ankara Dev-Genç davasında, benzer yönde ifadeler veriyor, bu ifadeler gazetelerde manşetten veriliyordu. THKP-C sanıklarından Muzaffer İlgen o günleri şöyle anlatıyor: “Gazetelere inanmak istemedik. Tahrif ediyorlar, Ertuğrul bunları söylemiş olamaz diye düşünüyorduk. Avukatlar aracılığıyla duruşma tutanaklarını getirttik. Gazeteler gerçeği yazmıştı. Bu olay yeni bir teslimiyet rüzgarına yol açtı.” (THKP-C doğuşu ve ilk eylemleri, Kaynak Yayınları, 3. baskı, 1987)

Türkiye’de kaç tane ABD-NATO üssü var?

ABD yada NATO üssü denildiğinde herkesin aklına İncirlik geliyor peki ya İncirliğin haricinde başka üsler var mı? Biraz araştırıldığında korkunç bir sonuç ortaya çıkıyor ve ülkemizin dört bir tarafının maalesef ABD-NATO üssü olarak kullanıldığını görüyoruz.

İşte çarpıcı sonuçlar

İncirlik Hava Üssü yönetimi ve denetimi TSK’da olan, NATO’nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana’ya 10 km uzakta bulunan üs, Akdeniz’e 56 km uzaklıktadır. Türk Hava Kuvvetleri 10. Ana jet üssü ve ABD hava kuvvetleri 39. Ana jet üssü burada görev yapmaktadır.

İzmir Hava Üssü İzmir’in 17 km kuzey batısında Çiğli’de bulunan Avrupa’daki ABD hava kuvvetleri’ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO’nun Türkiye’deki en eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004’de LANDSOUTHEAST karargâhı Napoli’den İzmir’e taşınmış, 1 Ocak 2006’da da ABD 16. hava filosu, Almanya’nın Ramstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.

Şile üssü: Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.

Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar burada üslenmiştir.

Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üsde 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.

Muğla Aksaz Deniz Üssü olarak kullanılmaktadır.

Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır.

* Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleri.

* Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir; dinleme ve harekat merkez üsleri.

* Adana-Hatay Toroslar; CIA, Gladio eğitim üssü.

* Tekirdağ Çorlu Havaalanı; Lojistik destek üssü.

* Konya; AWACS erken uyarı uçakları bu üste.

* Gaziantep-Batman Havaalanı; Lojistik destek amaçlı havaalanları. Heronların üssü.

* Sabiha Gökçen Havaalanı; Lojistik destek havaalanı.

* Mersin Taşucu Limanı; Limanda liman ve helikopter pisti var.

* İskenderun Limanı; Türkiye’nin en geniş konteynır alanına sahip bulunuyor.

* Adana İncirlik; Nükleer bombaların yer aldığı, ABD’nin bölgedeki tek harekat üssü.

* Diyarbakır; Hava üssü, NATO askeri var.

* Şırnak-Silopi; Lojistik depolama yeri.

* Mardin; İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri.

* Şanlıurfa; yakıt ikmal üssü.

Mustafa Kemal’in DİN ve İslam hakkında ki bazı Görüşleri

  • “Türk milleti birçok asırlar,bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü”

  • “Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra millî rabıtalarını gevşetti,millî hislerini uyuşturdu.”

  • “Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar”

  • “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz”
  • “Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif bilimdir.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1933, 10.Yıl Nutku, Söylev ve Demeçleri
  • “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip’e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi
  • “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”  
  •  Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı
  • “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.”
  •  Kaynak: ATATÜRK, Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası
  • “Bizi yanlış yola sevk eden habisler (alçaklar), biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.”
  •  Kaynak: ATATÜRK, 1923, Adana Nutku, Söylev ve Demeçleri
  • “Arabistan’ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler vardı. Muhammed’in neş’et etmiş olduğu Mekke’de ki Kabe denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı
  •  ”Medineniler ile Mekkeliler arasında derin bir düşmanlık ta vardı. Muhammet te Mekke’den kalkıp Medine’ye kaçtı. Buna Hicret denildi.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı
  • “Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı
  • “Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.”
  • – Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı
  • “Suçlu Allah’ın dinidir.”
    Kralların ve padişahların istibdadına (baskılı yönetim), dinler mesnet olmuştur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, s 30.)
  • Kuran: “Gökten indiği sanılan kitapların doğmaları”
    …Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. M. Kemal (Kaynak: Söylev ve demeçler, cilt 1, s 389. (1 Kasım 1938′deki son meclis konuşması)
  • “Kuran’ın yasalarını Muhammed yazmıştır.”
    Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. (Kaynak: Atatürkün emriyle liselerde okutulan tarih kitabı (1938), 2. cilt)
  • “Din, körü körüne bağlanmaktır.”
    Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
  • “Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar (!)”
    Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
  • “İnsanları Allah değil “tabiat” üretti”
    Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da… M. Kemal (Kaynak: Atatürkten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya)
  • Çünkü malumdur ki, insan tabiatın mahlukudur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
  • Duanın faydası yoktur.” M. Kemal
    Ali Kılıç (İstiklal mahkemeleri savcısı, merhamet nedir bilmez)anlatıyor: “Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman atatürkün önüne sırmalı elbiseler giyinmiş bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. İmam ellerini kaldırarak: “Dua etmeden girilmez!” dedi. Atatürk, “Bu yurt askerin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla değil! Çekil oradan!” dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi.” (Kaynak: Kemal Arıburnu, Atatürkten Anekdotlar-Anılar)
  • Arapların dini Türkleri mahvetti”
    Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra Türk milletinin milli rabıtaları gevşedi; milli hisleri ve heyecanı uyuştu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, bir arap milleti siyasetine müncer oluyordu. M. Kemal (Kaynak: Medeni bilgiler ve Atatürkün El Yazmaları, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365)
  • Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkilabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.
    M. Kemal (Kaynak: Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası; Emre Yayınları, Aralık 1991, s 165.)
  • İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir hadisenin de sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler. Fakat modern çağlarda insan herşeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan cemiyetidir. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur.
    M. Kemal (Kaynak: Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 1932, s 305.)
  • Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. M. Kemal (Kaynak: Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930, Devlet Matbaası, s 220-221 )
  • İnsanlar, kurtçuklar gibi sulardan çıktılar en önce… İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. “Biz maymunlarız”; düşüncelerimiz insandır. M. Kemal (Kaynak: Ruşen Eşraf Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları, s 53.)
  • Muhammed, iptida Allah’ın resuluyüm diyerek ortaya çıkmamıştır, bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur. M. Kemal (Kaynak: Nokta Dergisi, 17 Kasım 1985)
  • Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir. Kuran sureleri Muhammed’e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed’in söylediği sureler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştur. Muhammed, bu surelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir. M. Kemal (Kaynak: Afet İnan, Atatürkün El Yazmaları, 2000′e Doğru Dergisi, 8. Sayı, s 15-16.)
  • “Beyni sulanmış hafızlar”
    Türk milleti, bir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. M. Kemal (Kaynak: Medeni Bilgiler, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365.)
  • Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.(Kaynak:İstanbul, Tekin Yayınevi, 1990, s 83-84.)
  • Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. M. Kemal (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk, s 447.)